24 Temmuz 2008 Perşembe

Türk Romanında Gençlik

Türk Romanı Abartıdan Mı İbaret?

Ahmet Hamdi Tanpınar ve Nurdan Gürbilek’in eleştiri yazılarında Türk romanını suni ve cansız; karakterleri ise gerçekten uzak bulduklarını yazmışlardır. Ben de bu iki yazarımızın özgün olmamak hakkındaki düşüncelerine katılıyorum çünkü bu dönem okuduğumuz romanlarda ve TLL 101 seçkisindeki eserlerde karşımıza birbirinden farklı karakterler çıkmış olsa da, yine de tam olarak bir özgünlük söz konusu değildir. Çoğunlukla yazarlarımız “iyi, kötü” kavramları üzerinde sabit kalmış ve eserlerindeki iki karakterden birini “iyi” diğeriniyse “kötü” olarak betimlemiş, ikisi arasında karşılaştırmalar yaparak olay örgüsünü kurmuştur.

Edebiyatımızın önde gelen yazarları yarattıkları karakterin bazılarını gereğinden fazla yücelterek bazılarını ise yerin dibine sokarak bize sunmuştur. Bu hiç de inandırıcı değildir. Mesela Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı romanında Ahmed Mithat Efendi, Canan ve Rakım Efendi’yi mükemmel birer karakter olarak anlatmıştır. Canan ilk başta Türkçe’yi öğrenmiş ondan sonra da başka kızların altı ayda öğrenemediği Fransızca'yı bir kaç ayda öğrenmiştir. Dil bilmesinin yanında Canan çok iyi piyano çalabiliyordu ve her türlü ev işini kolayca yapabiliyordu. Avrupa kızlarına tas çıkartacak derecede el ısı yapabiliyordu. Ayrıca romanda sıkça üstünde durulan diğer bir önemli özelliğiyse güzelliğiydi. Bunların hepsini üst üste koyduğumuzda kusursuz bir karakterle karsı karsıya kalıyoruz. Rakım Efendi de gece gündüz demeden çalışıyor herkese sevgiyle yaklaşıyordu. Ana dili gibi Fransızca konuşabilmesine ve çok bilgili olmasına rağmen çok mütevazı bir kişiliğe sahipti. Ders verdiği halde insanlardan para almıyordu. Canan’ın bir dediğini iki etmiyor istediği her şeyi önüne sunuyordu. Zaten Canan’ın kocası da ancak bu kadar kusursuz bir insan olabilirdi diyoruz kitabı okurken. Bence bu karakterler gündelik hayatımızda karsımıza çıkabilecek cinsten insanlar değiller. Aynı zamanda Ahmed Mithat Efendi bu iki karakteri yaratırken bütün iyi özellikleri fazlaca kullanmış, Felatun Bey’i yaratırken ise bütün kotu özellikleri de onda toplamıştır. İlk başta baba parası yerken babasının ölümünden sonra mirasyediye dönüşen Felatun Bey, “züppe” bir karakter olarak betimlenmiştir. Kıyafetleri, hareketleri, konuşmaları yani kısacası bütün özellikleri özentilikten ibaret olan bu karakter sonunda babasından kalan bütün mirası kumarda kaybediyor, üstüne üstlük bir de birlikte olduğu Fransız polini tarafından dolandırılıyor. Zaten Feletun Bey gibi züppe bir kişinin de sonunun ancak kötü gelebileceğini tahmin edebiliyorduk. Romanda “iyi-kötü” terimlerine takılı kalınmış olduğundan, olaylar da pek yaratıcı bir şekilde gelişmemiştir. “İyi” karakterlerdeki özelliklerinin batı toplumunun
karakteristik özellikleri olduğunu da açıkça görebiliyoruz. Buradan da Türk romanında ve romanlardaki karakterlerde Batı’dan etkilenildiğini ve romanda özgünlük yerine batı özentiliğin baş gösterdiğini söyleyebiliriz.

Namık Kemal'in yazmış olduğu İntibah adlı romanda ise karşımıza Dilaşup karakteri çıkıyor. Ali Bey’in gönlünü bir hayat kadınına kaptırdığını öğrenen Ali Bey'in annesi Fatma Hanım konağa yeni bir cariye arıyor ve sonunda aradığı cariyeyi buluyor. Bu karakterin adı Dilaşup. Güzeller güzeli bir kız olarak karşımıza çıkan Dilaşup Ali Bey'i deliler gibi seviyor ve Ali Bey ona ne kadar kötü davranırsa davransın onun Ali Bey'e olan aşkı hiç bir şekilde son bulmuyor. Hatta o kadar seviyor ki onu sonunda onun uğruna ölüyor. Son sözleri ne olsa beğenirsiniz, “Ben sizin için ölüyorum. Siz de madem ki sadakatimi anladınız ve baş ucumda ağlıyorsunuz…Bu saadet bana yeter de artar bile…Bin yıl yatağınızda yatmış olsaydım, şu anda ve şöylece kucağınıza yaslanıp ölürken duyduğum saadetin binde birini duyamazdım” (s.183). Kitabın başından beri aşkı Ali Bey'den vazgeçmeyen Dilaşup ölürken bile Ali Bey'e iltifatlarda bulunuyor. Hala onu deliler gibi sevdiğini söylüyor ve her zaman yaptığı gibi Ali Bey'in yaptığı bütün kötülüklere karşılık hala onu kendisinden üstün görüyor. Aslında Ahmed Mithat’ın yaratmış olduğu karakterde büyük bir ikilem de karşımıza çıkıyor. Dünyanın en güzel kızıymış gibi anlatılan Dilaşup’un içinde cariye olmasından kaynaklanan büyük bir eziklik var. Kendini herkesten küçük görüyor zaten bu özelliği de onu daha mütevazı ve “iyi” kılıyor. Bence bir insanın bu kadar güzel, becerikli ve yetenekli olup bir o kadar da mütevazı ve ezik olması mümkün değildir.

Sinekli Bakkal da mübağla sanatının karşımıza çıktığı romanlardandır. Halide Edip Adıvar'ın yazmış olduğu bu eserin ana karakteri Rabia’dır. Rabia, kendi yaşıtları oyun oynarken Kur’an öğrenmeye başlamış ilerleyen yıllarda ise hafız kademine yükselmişti. Bununla birlikte çok güzel bir kızdır. İşleri idare etme özelliği var. Mahalledeki herkes onu seviyor ve sayıyordu. Hatta sokaktaki kabadayılar bile ondan korkuyorlardı. Bunların yanında sesi de çok güzeldi. Daha başka ne olabilirdi ki. Halide Edip zaten bu karakteri olabildiğince iyi özelliklerle donatmıştı. Bu da pek akla yatkın bir şey değildir. Gerçekte böyle insanları bulmak çok zor. Bu da Türk romanının yeterince gerçekçi olmadığını gösteriyor.

Fatma Aliye'nin yazmış olduğu Udi adlı eserde ise karsımıza Bedia çıkıyor. Bedia babasının yardımıyla keman çalıyor, ondan sonra keman zevk vermediği için kanun öğrenmeye başlıyor. Kısa bir sure sonra kanunu da çok iyi bir şekilde çalmaya başlıyor ve
kitabın adından da anlayacağımız gibi ud çalmaya başlıyor. Kısa bir sure sonra ud hayatındaki en önemli yere sahip oluyor. Kitabın ortalarında da okuduğumuz gibi Mail'i terk ettikten sonra sadece geride kalan udlarına üzülmüştü ve dostu, sırdaşı olan udlarından yoksun olarak yasayamayacağını dile getirmişti. Udları olmadan yapamıyordu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yazmış olduğu bu eserde ayrıca sevgiliye olan aşırı sevgi ve 25 yıl sonra aynı sevgiliyi küçük görme durumu gözümüze çarpıyor. Cemil Bey, Münire Hanım'ın çocukluk aşkıdır. Cemil Bey de Münire Hanım’a aşıktır. Ama babası, evlenmeden önce çiftlerin birbirini sevmesinin o zaman için yasak oluşundan dolayı Münire Hanım’ı Cemil Bey’e vermiyordu. Nafi Mollaların Beyi ile evlendirilen Münire Hanım’ın Cemil Bey’e olan aşkı hiç bir zaman bitmedi. Cemil Bey Hünkâr’ın kızı ile evlenmeyi reddedince sürgüne gönderilmiştir. Ama buna rağmen Münire asla Cemil Bey'i sevmekten vazgeçmedi ta ki 25 yıl sonra bir davette karşılaşana dek. Bu karsılaşmadan sonra ise kitabın basından beri Cemil Bey’e aşık olan Münire Hanım’ın, Cemil Bey’e olan aşkı bitmiş hatta ona acımaya bile başlamıştır. Yıllarını Cemil Bey’e harcadığına Münire Hanım pişman olmuş ve üzülmüştür. Olayın gerçeğe yakınlığı kesinlikle bir tartışma konusudur. Bir insanı 25 yıl uzak kalarak hala eskisi gibi sevebilmesi, hatta bu sevgisinin evlendiği ve çocuklarının olduğunu öğrenmesinden sonra bile son bulmamasına rağmen yıllar sonra ilk karsılaştıklarında dış görünüşünden ve sesindeki bezginlikten dolayı son bulması bence çok mantıklı değil.

Bu örneklerden de anlaşılacağı; Nurdan Gülbilek’in yazmış olduğu “ Türk romanında karakterler yeterince inandırıcı, kendiliğinden, doğal ya da özgün değildir, roman bu topraklara sonradan gelmiş bir tur olduğu için malzeme ikinci elden bir malzeme olduğu için, roman kahramanlar da taklit arzuları, kopya edilmiş duyarlıkların, kitaptan kapma, gecikmiş azapları esiri olmaktan kurtulamaz” eleştirisine katılıyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar “Bu romanı çok defa sunî bulmamak, okurken cansızlığına isyan etmemek, hatta realite ile arasında bir münasebet tesis edebilmek de pek az mümkündür” şeklinde Türk romanındaki taklitçiliği eleştirmiştir. Bence yazarlarımız eserlerini ve karakterlerini oluştururken daha inandırıcı ve yenilikçi olmalıdır. Bu hem özgün bir Türk romanının oluşmasını sağlar hem de yazarlarımızı bu tarz eleştirilerden kurtarmış olur.
Kaynakça:
Kemal, Namık. İntibah. İstanbul. İnkılap Kitabevi Yayın, 1876.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Hep O Şarkı. İstanbul. İletişim Yayınları, 2004.
Efendi, Ahmed Mithat. Felatun Bey ile Rakım Efendi. Ankara. Akçağ Yayınları, 2004.
Aliye, Fatma. Udi. İstanbul. Selis Kitaplar, 2002.
Adıvar, Halide Edip. Sinekli Bakkal. İstanbul. Özgür Yayınları, 2004

0 yorum:

Türk Romanında Gençlik ~ Edebiyat Öğretmenim -Edebiyat Dersi